İbrahim Hakkı Hz. Divanı’ndan Esintiler 1 (2.BÖLÜM)

tillo

2. BÖLÜM

“Vücudu aşk eder, eşkali dem be dem” Efendim, Değerli Üstad  İbrahim Hakkı Hazretleri  bir vücuttan söz ediyor. İnsanla ilişkili olan bir gerçeğe değinmek suretiyle, bunu kelam sanatıyla bir aynada bizlere seyrettirmek istiyor.

Lisan aynasında evvela her şey insana taklit mertebesinde izah ve tarifle anlatılmaya gidilir, sonra kural ve kuramlar içerisinde tahkik, yani gerçek aranır.  Üstad şimdi şöyle söylüyor, diyor ki; Vücudu aşk eder, eşkali dem be dem.  Diyor ki Üstad  bizlere, Aşkın vücudu her an şekiller peyda eder, yeni yeni değişiklikler içerisinde gider, her an yeni bir şekilde görülür . Aşkın vücudu derken acaba o nedir diye düşünüyoruz.

Allah-u Teala Hazretleri’nin zati nurunun tecellilerle inişinde, her insana yaratılışının iktizasında nasip vardır.yani her insan bu tecelli nurundan nasiptardır. Bundan Üstad, aşk nurunun sağladığı aşk vücudu olarak söz ediyor.

Yani öyle ki bu nuru Yezdan, kalbe akıtıldığı, kalbe geldiği zaman orada bir şekillenme, bir doğuş meydana geliyor. Ve insan ikinci neşette bir defa daha bu şekilde kalp rahminde doğuyor, ve bir vücut buluyor.

Buna Üstad değinirken “Vücudu aşk” diyor, işte aşk vücudu bu diyor. Esasta bu mevcut olan aşk nuru ile, aşk vücudu meydana gelir, bunda insan kendi varlığında bir şekillenme içerisine giderken, mana vücuduyla nice esrarlı kapılar açılır diyor.

O mana vücuduyla doğan mana çocuğu da,  yani mana hakikatindeki basiret çocuğunun kalp gözü olarak anlatılan bu gözle insan nice alemler seyreder. Gizli alemlere bir bakış açısı, yani mana gözüyle bir görüş açısı insan kendisinde bulur. Buna da biz, bu kişi kalp gözünü  buldu diyoruz. Şimdi o kişinin bir tek dünyaya bakan gözü varken, (evet iki tane göz var insanda ama bu ikisiyle de bu dünyaya bakıyor, mana alemine bakmıyor.) Mana gözünü bulan bir kişi bu dünyadan öte ayrı bir dünyaya bakış açısı kendinde buluyor.

Üstad Muhiddin-i Arabi Hazretleri bu noktada sesleniş yapıyor

“Var gel bir göz daha eyle, Var gel bir göz daha eyle sen, ondan ona nazar eyle”. Onda onun tecelli aynalarında kendini seyret, böyle bir yaşam örneği bul diyor. bu yaşantı örneklerini esasta Peygamber (s.a.v) Efendimizin yaşantısında hep buluruz.

Bakınız çölde bir gün peygamber Aleyhisselatu Vesselam şöyle bir baktım diyor, bir geyik görüyor çölde. O anda, ashabın bize nakli şöyle; Resulullah (s.a.v) Efendimiz bir nara attı, bağırdı diyorlar. Ya Resulullah bu neydi? diye biz ona sorduğumuzda “Cibril-i Emini gördüm” diyor. Ancak bunu anlatırken ilginç bir lisan kullanıyor, “Ben Rabbımı bir geyik suretinde gördüm” diyor, ama dikkat edilmesi lazım gelen nokta, Allah’ı (c.c.) demiyor.  Bende Allah-u Teala Hazretleri’nin, rububi mertebedeki bu tecellisi ile tecelliyap buldum.

Yani o tecellide gördüğümdü diyor. Onun içinde bir çok insanlar eserlerinde anlatırlarken, bunu karıştırdılar ve Rabbul alemini, Allah-u Teala Hazretlerini insan görür dediler. Halbuki o öyle değil. Peygamber s.a.v. efendimiz “Orada ben Rabbımı gördüm” dedi, ben Rabbül Alemin olan Allah’ı (c.c.) gördüm demedi.

Ama bu tecelli de Rabbül Alemin olan Allah-u Teala Hazretleri’ne aittir, tecelliler ona ait. Şimdi bu meseleye Üstad muhyiddin Arabi hazretleri değinirken,  “sen de var gel, Peygamberin bu yönündeki bakış açısından nasip al, onun sünnetini yaşa” diyor.

Bakınız şimdi Yunus Emre de esasında “Gelin Hak” diyelim der, Gelin Rab diyelim demez,

“Gelin Allah (c.c.) diyelim,

Alemler seyredelim.” diyor. Bir insan Allah (c.c.) derse ondan der, yani en güzel şekilde buna esasında kalp ile deyiş ve tasdik deniyor, lisan ile söz ayrıdır. Lisan ile söylenenler dilin ucunda söylenir, bunu münafığı da inananı da inanmayanı da söyler, ama diğer sözler farklıdır. Üstad burada  bize sizin bu yönünüzde var, ben böyle bir yönde seyran eden birisiyim diyor, yaşantı örnekleri buldum diyor.

“Vücudu aşk eder, eşkali dem be dem” yani aşkın vücudu her an şekilden şekle şekiller peyda eden ve yeni birtakım icatlar yapar, Peygamber (s.a.v) Efendimizin “Kalp Allahın icat makinasıdır” dediği Hadisi şerifi anlatıyor bize. Aşkın vücudu her an yeni bir şekilde, yeni bir değişiklik içerisinde görünür. İşte bunu anlatan Mevlana Hazretleri “Her an bir yere konmak ne kadar güzel” der. Yeni bir değişiklik içerisine girmenin güzelliğinden söz eder. Sonsuz varlık olan Allah-u Teala Hazretleri’nin tecelli güzelliklerinde seyredilen O’dur yani.

O Allah’ın (c.c)  tecellileriyle tecelliyap olmanın gerçek hakikatına Üstad değinimle, bu yok desende, var olanı ara sen şimdi, bunları bul diyor.

“Muhiti cümle iken cümledendir ol ehva”

Burada gizli bir şeyden söz ediyor bize Üstad, gizli bir şey var diyor, nedir o? Her şeyi ihata eden kim? Elbette ki Mülkün sahibinin ihatası vardır.Her şeyi ihata etmiş iken, her şeyden daha gizli olan.

İnsan varlığında şekil olarak herkese bakarsanız, bu mana çocuğu kendisinde bulunan ile bulunmayan şekilde aynıdır. Yani suretler aynıdır. Ama şekil ötesi yönüyle değişiklik bulunur.

Allah-u Teala Hazretleri istivadan söz ediyor, istila edişi, kahr-u istilası ve tasarrufu var yani. Kalp arazisinde mevcut olan  o arşı istiva etti bu şekilde kahru istilasında tasarrufa gitmenin sırrı anlatılırken şimdi Üstad biz bu vahyi yaşadık, yaşıyoruz, siz de yaşayın diyor.

Bu vahyin sırlarında biz yaşam örnekleri bulduk, sizlerde bunu yaşayın diyor. Bunu bulmak ve yaşamak kalbe akıtılan bir iman nuru ile olduğunu söylüyorlar hep. Bunu da Üstad devamlı surette aşk nuru diye anlatıyor

Hani derler ya birçok kimseler, ister iman nuru de, istersen aşk nuru de veya takva nuru de, ne dersen de diyorlar.  Şimdi Üstad aşkın vücudu her an şekilden şekle gidişine değinimden sonra

“Muhiti cümle iken, cümleden ol ehva” gizlidir, her yerde kahru istilası ve tasarrufu olduğu halde,  fakat bu gizli tasarrufa sen aşina ol diyor. Ona bakan basiret gözü, yani bir can gözü bul diyor. Ten gözüyle bunların görüleceğini düşünme. halk dilinde de kullanılan bir kalp gözü varmış dedikleri bu göz.

Şimdi Üstad bize sonra da diyor ki;

“Hezat meva gelir nefs muhitinden revan gider.” Yine bizden o meva olur derya, diyor. Deryada cereyan eden hangi derya bu diye insan düşünüyor, nefsin de bir yaşam denizi var.

İnsan varlığında bu da var şimdi, arızi vasıfların üzerinde de Allah-u Teala Hazretleri’nin tecellisi var. Bakın şimdi kalbinde bir insanın bu aleme gelirken almış olduğu arızi vasıflarda da tecellilerle dirlik bulmasında nefsaniyet yönü de var insanın. Şimdi bir ruhani yönüne değinirken nefsani yönü de var.

Yani insan varlığında Rahman tecellisinde, kalp arazisinde iki tecelli yüzü var. Birisinde Peygamberlerin gidişatı var, onların ayak izlerinde gitmek var, bir de şeytanın ayak izlerinde gitmek var, mudil isminde, delalet isminde.

Kişi hidayet yolunda ve delalet yolunda kendi varlığında bunları bulur. İsterse iyi şeylerin peşine koşar, isterse kötü şeylerin peşine koşar. Onu oralarda koşturan kendisindeki bu perdeyi aralamaya uğraşıyor Üstad.

“Sen nereden, hangi kaynaktan tecelli aldın ise o kaynağın nuru ile sende birçok kapılar açılır, tecelliler bulursun diyor.”

Şeytandan da gelen tecellilerle tecelliyap olanlar gördükleri zuhuratlarıyla kendileri de birçok makamlar elde ederler, şeytanın verdiği bu makamları da maneviyat olarak sayanlar olurlar. Öyle kabul ederler onlar, ama işin aslı öyle değil.

Üstat bu ikisindeki farkı anlatmaya uğraşıyor. Diyor ki ; Nefis muhitinde bu da büyük bir denizdir diyor. Nefis muhitinden bir dalga gelir o esnada, oradan da bir tecelli var şimdi. Sende bu denilen yönde bir şey belirirken o anda nefsani kuvveler orada dirilir, harekete geçer.

Sen bunu rüyada görürken sana bir kurt saldırdığını, bir köpek saldırdığını görürsün. Bunlar dünyadan olan şekiller şimdi, nefsani kuvvelerin ifadesi.

Hatta sen bu yolda yürürken Üstadlar sana sorar, rüyanda yılanla savaş ederken, köpekle savaşırken veyahut ta bir hayvanla savaşırken bunları öldürdüğünü gördün mü derler.

Yani sende beliren nefsani kuvve olarak bu dallarda o anda patlayanlar, (nasıl su geldiği zaman toprakta otlar belirir, bahçıvan onları keser,) sen de bunları kestin, yok ettin mi diye sorarlar Üstadlar.

Mana alemindeki bu rüyalarda senin aynanda seni görüp seni anlayıp, sana yol çizmek için bizzat zahiratıyla da, bu mevcut delili sana sorup ararlar. Var mı böyle bir şey derler. İşte bazıları der ki, bir yılan öldürdüm, ama birçok yılan gördüm bir tanesi kaçtı gitti, nefsani kuvveleri tümden alt edemediğini, emmare damarının varlığını anlar şimdi Üstad.  Sen daha tevhit esmasına devam et derler,   Sen tevhit esmasının tevhit nurunun kılıcının inkişafında onu öldürmeye, yok etmeye git, yani nefsani kuvvelerin izmihlalini sağla derler.

Şimdi Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu hakikate değinirken de Şecaatten söz etti ashabına. Ya Resulullah o nedir dediler? Bakın “bir yılan öldürmek ile dahi olmuş olsa, Allah şecaati sever” dedi.

Kim ki emmare damarını bir yılan öldürmek ile mana aleminde bu gerçeği  Allah-u Teala Hazretleri o kişiyi o esnada bu huyundan dolayı, den-i ahlakını attığından dolayı, onu sever diyor. Güzel Peygamberin anlatımı böyle. Demek ki nefis muhitinden de bu büyük denizden de bir dalga gelir o esnada, yani sen ilk anda bu savaş sende belirdiği anda, bir kargaşa ve kavga bulutu vardır senin kalbinde.

İyilik yönünde bir sesleniş gelir o esnada iyilik yap denilirken o anda hemen nefis karşı çıkar ne yapıyorsun bırak der. Mesela bırak kendisi çalışsın rızkını temin etsin der, giriş yapar. Bu yanlış değil ama, bir darlık anında insanların insanlarda hakkı vardır. Ne diyoruz biz mesela zekat verecek, fitre verecek diyoruz.

Bu dayanışmayı yıkabilmek için şeytan ve nefis iğva, vesvese dallarıyla gelir diyor sana. O dalga bizden geçer şimdi yine deniz olur. Yani buna sen uyma, bu denilen yolda bir yüceliş ve yükseliş arama. Dalga ne olur gır gır gır kenara kadar gelir vurur düzelir yine denizde kalır. Sen bu dalgaya aldanma diyor. Bu gidişat esasta bir nifak meselesi, bu dalı yeşillendirme, nefsine uyma diyor. O arzu ve isteklerine uyma, ölçüleri elinden bırakma.

Cihanda bu varlık ile gezip dolaşmak, nefsani kuvvelerde bu arazilerde gezersen, dolaşmak istersen cehennem azabını bulursun diyor, dünyadaki mevcut olan cehennemi bulursun, yaşantınla esasında ekenek yaptın, ahrette de bulacağın yer orasıdır diyor.

Cennete gideceği yerde ateşe doğru koşabiliyor insan.

Sefih şaşırtıcıların yoluna, kendisine inam ve ikramda bulunmadıklarının yoluna bizi iletme diye Fatiha-i Şerife de ettiğin duanın gerçeğine Üstad değiniyor. Hatta onun arkasından ne diyoruz “Veleddallin amin” diyoruz Fatiha’yı okurken değil mi?

Sonra Üstad bize diyor ki; “Gönülde eyle sefer,” sen orada yolculuk etme sen gönülde yani tevhit nuruyla tevhit çocuğunda onunla Allah-u Teala Hazretleri’nin sana çizdiği yolda git diyor.

Nedir bunun manası?  Esasta “cennetlere koşun, bu güzellikler dünyasına koşun, keza Allah’a (c.c.) kaçın” bu yoldan Allah’a (c.c.)  gidiliyor. Şeytanın yolunda Allah’a (c.c.), Allah’ın (c.c.) rızasına ulaşmak, varmak mümkün olmuyor.

“Gönülde eyle sefer, gel Hüda’ya istersen sen” eğer Allah’ı (c.c.) bulmak istersen sen, Allah’ın (c.c.)  tecellilerini bulmak istersen evvela zati tecellisine de ulaşmak istersen gönülde seyahat et, seyrini burada sürdür,  yani nurlu yolda yürü, bu gidişatta senin yolun sarpa sarmaz, doğru yolda yürü diyor Üstad.

Sonra da çok ilginç olan bir seslenişle bize ayıktırıcı ifade kullanıyor, diyor ki bize; “Huyundan et güzel, ol aşinayı halkı hüda.” Evet huylarından geç, arızi vasıfların den-i huylarından geç, nasıl şeytana taşını atıyorsun sonra gelip hac yaparken saçını tıraş ediyorsun, arızi vasıfları yok ediyor huyundan geçiyorsun değiştiriyorsun, ilahi huyları huy ediniyorsun diyor, buradaki hikmet o yani geç.

Allah’ın kulları ve yarattıkları ile tanış ve sevişen ol diyor. Allahın dostlarını görmek onlarla yakın ülfete gidebilmek mana aleminde mana sahipleriyle senin yakın bir yaşam içerisine girebilmen ancak bu yolda olur, maneviyat ordusuna katıl diyor.

Şeytanın da ordusu var, şeytanlaşmış olan insanların ordusunda olursan bu yolda olanlar kendileri esasta birçok yerde gezerlerken birisiyle karşılaşır, o kişi doğruları söylemiş olsa dahi der ki o kişi doğruları söylüyor ama bir türlü bana güven vermiyor, itminan vermiyor der. O insanda güven bulamaz  Ebu Cehil’in Peygamber (s.a.v) Efendimizin anlattıklarında güven teminatı bulamadığı gibi.

Ama onlar kendi aralarında hemen anlaşırlar ve güven teminatı olurlar birbirlerine. Bak sen esasında sarhoş sarhoşun dediklerine hemen inanır, ama diğeri inanmaz, böyle olmaz mı yani.

Sonra öyle bir nedendir ki bunların yolunu ancak bu yolda kesersin sen. Hiç unutmam arkadaşın bir tanesi ilginç bir şey söyledi. Benim çocuğum bu okulda bir takım fraksiyonlar varmış onların bir tanesine girmiş, çok kötü bir yol diyor. Fraksiyonlar var ya okul hayatında böyle buldu diyor.  -ee dedim sonra, ben kötü arkadaşlarından onu uzaklaştırmak için aldım onu kendi memleketime gönderdim, yani annemin babamın akrabalarının yanına gönderdim orada tahsil etsin, okusun dedim, bunlardan uzaklaştırayım.  Ne var ki üç beş ay sonra gittim orada da aynı insanları bulmuş, yahu nereye göndersen onları buluyor,  diğerlerini seçmiyor, iyi insanlarla bir haşır, bir yaşam çağırmıyor illa gidip onları buluyor diyor.

Bakın sen karmakarışık bir sürü meydana getir, at bir meydana, bir bakarsın ki bütün hepsi ayrılmış kendi aralarında gezerler.

Hiçbir zaman koyunu kurtla, köpekle gezer olarak göremezsin. Onun için her kuş kendi alayıyla uçardedikleri budur. Burada kökte meseleyi hallet diyor Üstad kökte meseleyi hallettiğin zaman da, iman nuru olan kişi kendinde iman nuru olan kişiyle konuşurken itminan bulur ve kendilerine huzur verir itimat edersin diyor, diğerine itimat edemezsin içinde şüphe vardır hep.

Çünkü senin mana kuvvelerin, onun mana kuvveleriyle anlaşamıyor, ilişki kuramıyor diyor.

Üstad gel diyor, sen bu yolda yürü, bu iki yoldan bir doğru yol var diyor. Naciye fırkasının kurtulacak olan fırkanın yolu diyor. Bu yolda yürü, yani iyi ahlak örnekleriyle yaşantı örnekleri vermeye neden olabilecek olan bir iman, bu kökle sen devam et diyor.

Bunu anlatan Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e Ebu Cehil etbaı ve avanesiyle Kabe-i Muazzama’ya yakın bir yerde o Güzel Peygamber gelirken ona laf pazarında huzursuz edici sözler sarf ettiler, ağır kelamlar sarf ettiler.

Bunu orada Peygamber (s.a.v) Efendimize inanan ashaptan biri duydu.  O esnada o da ses çıkarmadı, ama en sonunda kendisi avdan gelen Hz. Hamza’ya bunu anlattı diyor,  Peygamber (s.a.v) Efendimizin akrabası olan Hz. Hamza henüz iman etmiş değildi.

Muhammed’e (s.a.v)’e Ebu cehil ve kalabalık bir kitle, hakaretvari tutum ve davranışlar izlediler, onu üzme yoluna gittiler diye anlatıp haber veridiler. Bunun üzerine Hz. Hamza akrabalık gayreti ile harekete geçti. Her cereyan eden hadisenin arkasında büyük hikmet vardır.

Ebu Cehil’i etbaı ile beraber, Hz. Hamza pür şiddet onların yanına geldi. Sen benim yeğenim Muhammed’e (s.a.v) bir takım hakaretvari şeylerde bulunmuşsun deyip elindeki silahları, okları hepsini Ebu Cehil’in kafasında parçalıyor, bir defa daha böyle bir şey olursa bunun ötesinde daha neler yapabilirim düşüneceksiniz diyor.

Ebu Cehil o esnada ona vurmaya kalksa etbaıyla birlikte belki Hz. Hamza’yı vurabilirler, dövebilirler de.  Ama o esnada etrafındakilere, -bırakın onu, gidip ona iman etmeye yollamayalım diyor, şeytanlaşmış bir insan. Gider sonra onlardan olur diyor. Bunun üzerine onlar hiç ses çıkarmıyor Hz. Hamza oradan ayrılıyor, Peygamber (s.a.v) Efendimizin yanına geliyor. Diyor ki Peygamber Efendimize, işittim ki Ebu Cehil buna benzer bir takım davranışlar içerisinde olmuş, onun ben gittim kafasını parçaladım çok fena hırpaladım, dövdüm diyor.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz onun yüzüne bakıyor, “benden razı mısın” diyor Hz. Hamza, hayır diyor. Bu amel bu fiiliyat şimdi dini bir fiiliyat olarak izah ve tarif görüyor Peygamberin yanında.

Peki sen, benden razı değilsin, neden razı olursun? Benim ne yapmamı istersin? Diyor. “İman etmedikçe senden razı olmam” diyor, peygamber s.a.v. Şimdi ilginç bir neden söylüyor, iman etmedikçe. Bunları(böyle bir mücadeleyi) iman nuruyla Allah (c.c.)  yolunda yapanlar doğru yolda oluyor ama diğerleri nefsani kuvvelerine uyarak şeytanı memnun eden yolda gidiyorlar.

Allah (c.c.) yolunda savaşanlarla çıkar yolunda savaşanlar arasında fark vardır.

Hz. Hamza, Peygamber (s.a.v), “iman etmedikçe senden razı değilim”deyince, o esnada düşündü. Dışarı çıktı, gezdi, düşündü, düşündü, hep bunun üzerinde düşünüyor. Yani bundan razı olurum dedi diyor, fakat bir ateşlenme var kendinde. Sonunda gelip Peygamber (s.a.v) Efendimize iman ediyor.

İnanmış olan insanların bütün amaç ve gayeleri Allah’ın (c.c.) rızasını kazanacak olan yolda gitmektir. İyilik yolu onların esas yoludur. Bakın bir kötülük yapıyorsa da esasında kötülüklerde iyilik vardır onlar için, diğerlerine yoktur. Çünkü inançlı değiller, onun için bir kişi kendisi bir fiiliyatı işlerken iman etmiş ise, o denilen fiiliyatı Alay-ı illiyyine uçar kanatlanır bir şekli vardır, Ameli Saliha oraya gider, ama diğerinin Ameli Salihası da kendi vatanına, ateş diyarına, cehenneme gider. Şimdi Üstad bu mevcut olan nedenin kökünü anlatıyor bize.

Sen kendi varlığında bu asıl değişikliğinin içerisinde olmadığın müddetçe ne Allah’ın (c.c.) rızasına ulaşabilirsin, ne de Allah’u Teala Hazretlerinin cemal yüzüne nazar denilen cennetlere girmeye hak kazanırsın diyor, bu mümkün değil diyor, bunu anlatıyor bize.